Bir film öyle bir iz bırakır ki ruhunda, taşırsın onu ömür boyu vücudunda...

İstanbul'da baharın müjdecilerinden biridir İstanbul Film Festivali. Bu muhteşem organizasyon Akbank Sanat ana sponsorluğunda bu sene 35. yılını devirecek. Dile kolay bir ömrün yarısı...

DEVAMINI OKU

Jurassic Park'tan yıllar sonra ilk kez...

New York'taki meşhur Central Park'ın yukarı batısında yer alan Amerikan Doğa Tarihi müzesi bana göre bu dünyada ölmeden önce görülmesi gereken müzelerin başında geliyor. Burası Ben Stiller'in meşhur komedi filmi Müzede Bir Gece'nin de çekildiği yer. Ben müzeyi neredeyse ezberledim fakat New York'a gittiğim her sefer tekrar tekrar uğramamın bir sebebi burada dönemsel olarak yenilenen 'sergi/teşhir'ler oluyor. Son gittiğimde de oldukça etkileyici bir sergi vardı: Kemik fosilleri 2014 yılında Arjantin'de bulunan 37 metre uzunluğundaki dev dinosor Titanozor (Titanosaur)!

DEVAMINI OKU

Sadece New York'ta ya da en fazla New York'ta...

Yaşadığım şehirden sonra kendimi en özgür ve doğal hissettiğim yerlerden biri New York. Üniversite eğitimi dolayısıya kızımın da yerleşmesiyle artık sadece turistik amaçlarla bulunmadığım şehir, bana her seferinde bambaşka bir özelliğini sunuyor. Bu yazımda sadece New York'ta ya da en fazla New York'ta görülebilecek enteresan durum, yer, olay ve insanları keyifle paylaştım. Umarım sizler de keyifle okursunuz.

DEVAMINI OKU

Özel bir Orhan Pamuk söyleşisi daha: Anıların Masumiyeti, şiirsel bir belgesel...

Edebiyata gönül vermiş, bir de üstüne üstlük yazmaya da sevdalıysanız Orhan Pamuk hayranı olmanız neredeyse kaçınılmazdır. Bu durum en azından benim ve yazmaya sevdalı arkadaşlarımın hemen hepsi için geçerli. Hal böyle olunca Pamuk'un yer aldığı hiçbir organizasyonu kaçırmamaya çalışıyoruz. Bu sene "!f" kapsamında organize edilen etkinliklerden biri de Orhan Pamuk ve "Anıların Masumiyeti" belgeselinin yönetmeni Grant Gee'nin bu eser ile alakalı yaptıkları konuşma oldu. Sevgili dostum Esen Kunt'la saat 5'te Kanyon'da düzenlenecek bu etkinliğe yetişebilmek için her cumartesi gittiğimiz yazarlık atölyemizden o gün biraz erken çıktık ve sonradan tıka basa dolacak salona erkenden gidip yerimizi aldık.

DEVAMINI OKU

Aşkın türlü halleri... İki ilk film, iki ölüm, iki farklı aşk...

Aşkın tanımı gerçekten çok geniş! Kadın erkeğe, erkek kadına, kadın kadına, erkek erkeğe aşık olabiliyor. Hatta bazen bir ölüye bile aşık olabiliyor insan oğlu... Ya da cansız başka bir objeye. Ve aşkın her şekli de insanın aklını başından alıyor. Sonra da çok uzaklara götürüyor...

DEVAMINI OKU

Tıpkı soyadı gibi sahnede "Esen" bir tiyatrocu: Arda Esen...

Tek kişilik performanslar beni oldum olası çok etkilemiştir. Arda Esen'in Aldırma Gönül'deki oyunculuğu da oyunu -arada kendime nefes almayı hatırlatacak bir şekilde- baştan sona soluksuz izleyecek kadar büyüledi beni.

DEVAMINI OKU

ARKADAŞA VEDA...

Gökyüzünün rengiydi gözlerin. Ya da denizin... Ne fark eder ki... Her ikisini de çok sevdin sen. En çok da bulutların arasında salınan planörlerini izlerken mutluydun sanki...

DEVAMINI OKU

Sır'la başlayıp Minnet'le bitirmek...

New York benim için güzel olduğu kadar kötü anıları da barındırıyor. 2007 yılında bir haftalığına gittiğimiz seyahatimizde eşimin acil ameliyat gerektiren bir sağlık durumu söz konusu olunca mecburen bir ay kalmıştık. Tanımadığımız bilmediğimiz, dünyanın öbür ucundaki bir şehirde tam tamına bir ay.

DEVAMINI OKU

Pembe sepya portredeki o adam kimdi?...

Sevdiğim birkaç kişi ve uğraş dışında herşeyden elimi ayağımı çekmiş durumdayım bu aralar. O sevdiklerim de vazgeçemediklerim zaten. Ya da istesem de vazgeçemediğim için seviyorum onları; onu da pek bilemiyorum. Dün Sultanahmet'teki terör saldırısıyla beraber iyiden iyiye içime kapandım. Ruh halim böyleyken saat gece yarısını biraz geçe sosyal medyada paylaşılan, eski İstanbul görüntülerinden oluşan bir video dikkatimi çekti. Eskiyi seviyorum ben. Özlüyorum da çok. Zaten videoyu açma sebebim biraz da bu yüzden oldu. Görüntüleri, gecenin sessizliğinde buruk bir hüzünle izlerken, taş plak kayıtlı şarkıdaki ses ve eşlik eden melodi bana çok tanıdık gelmeye başladı.

DEVAMINI OKU

Bundan sonra dileklerimi en ince ayrıntısına kadar detaylandıracağım :)

Yaklaşık bir ay önce "Şöyle bol bol kar yağsa da mahsur kalsak bir yerlerde..." diye dileğimi paylaşmıştım birisiyle. Ne yalan söyleyim, pek umudum yoktu aslında. Çünkü, kar yağacağına hava aksine günlük güneşlik gidiyor beni de temennimden uzaklaştırdıkça uzaklaştırıyordu. Derken, bu haftanın başında iki üç güne kadar yoğun kar yağışı olacak haberleri dolaşmaya başladı.

DEVAMINI OKU

Geçmişin kokusunu içine hapsetmiş bir mekan: Kenter Tiyatrosu

Zaman hızla akıp gidiyor... Hatta tıpkı Douwe Draaisma'nın "Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer" kitabının başlığında olduğu gibi bana göre de hayat özellikle ikinci yarısından sonra gerçekten çok daha hızlı geçiyor sanki. İşte ben de bu telaşla özellikle son birkaç yıldır bazen zamanı durdurmak, çoğu zaman yaşamak istediklerimi elimden geldiğince ertelememeye çalışarak sonuna kadar yaşamak, fırsatını buldukça da geçmişi içime daha fazla sindirmek çabasında buluyorum kendimi. Tıpkı bugün yaptığım gibi...

DEVAMINI OKU

Korkunç palyaçolar!

İlk olarak 18. yüzyılda ortaya çıkan ve sevimlilik sembolü diye düşünülen palyaçolar aslında günümüzde kimi grup çocuk ve hatta yetişkin için ciddi boyutta bir korku unsuru taşıyabiliyor. Çocuklar bu korkularını pek saklamaya gerek duymuyorlar. Doğumgünlerinde eğlence amaçlı getirilmiş bir palyaçodan çığlık çığlığa ağlayarak kaçan bir çocuk tablosu pek de yabancı gelmiyor değil mi? Yetişkinler ise bu konuda daha ketumlar. Dalga geçilme ya da anlaşılamama endişesiyle bu tedirginliğini saklayan bir çok yetişkin var. Bu korku bazen fobi boyutuna gelecek ölçüde yoğun olabiliyor. Hatta bunun bir adı bile var: Koulrofobi, yani diğer bir deyişle "palyaço korkusu".

DEVAMINI OKU

Dos Caminos ve Rolf's sayesinde Meksika'dan Almanya'ya yürüyerek sekiz dakika!!!

New York'ta özellikle yemek konusunda imkansız diye birşey yoktur. Yani "Şimdi şu ülkede olsaydım da şunu yeseydim." gibi birşey söz konusu bile olamaz. Çünkü Manhattan'da hemen her ülkenin mutfağına ya birkaç blok yürüyerek ya da metro veya taksi ile en fazla yarım saat yol giderek ulaşabilirsiniz. Ben de bu yazımda aralarında sadece sekiz dakikalık yürüme mesafesi olan, iki ayrı ülkenin mutfağını servis eden iki farklı lokantadan bahsedeceğim.

DEVAMINI OKU

Büyülenmek istiyorsanız 25 Kasım'ı not edin! Biz küçücüktük; sonra büyüdük... Onun ilk dinleyicilerinden biri olan ben, şimdi dostumun sanatıyla gurur duyuyorum!

Yaşım 14... Kumburgaz'da bir yazlık tutmuşuz o sene. Hiç kimseyi tanımıyorum. Benim gibi ufak tefek, birazcık da deli dolu bir kız var bizim sitede. Adı Gülümcan. İlk önce onunla tanışıyoruz. Sonra Gülümcan beni Almanya'dan gelmiş bir arkadaşı ile tanıştırıyor. Benden bir yaş büyük ama boyu neredeyse benim iki katım uzunluğunda, çok tatlı bir aksanı olan, komik mi komik, gülünce upuzun kirpikli gözlerinin içi de gülen, esmer, afacan bakışlı bir çocuk giriyor hayatıma. Adı Serdar. 1986 yılının yazında başlayan bu arkadaşlık ömür boyu sürecek bir dostluğa dönüşüyor.

DEVAMINI OKU

Tüyap 34. Uluslararası Kitap Fuarı ve yine yoldan çıkan ben...

Gidiş bir, dönüş bir buçuk, toplam iki buçuk saat süren yol, poşet taşımaktan kopan kollar ve yürümekten bitap düşmüş ayaklar... Bedeli ise benimle beraber yaşlanacak onlarca kitap ve çok hoş geçen bir günün daha anısı.

DEVAMINI OKU

Ve Haldun Dormen...

Sonbaharda doğada ağaçlar yapraklarını döke dursun, tiyatro sahneleri de birer birer perdelerini açmaya başlarlar. Ben de bu sezonun açılışını dünya tiyatrosunun en büyük klasiklerinden biri olan, Moliere'in ölümsüz eseri Kibarlık Budalası ile yaptım. Usta oyuncu Haldun Dormen'in yıllar sonra sahneye döndüğü bu kült oyunun izlenmeye değer diğer ismi Göksel Kortay'dı. 600 koltuk kapasiteli Trump Kültür ve Gösteri Merkezi'nin hemen hemen tamamıyla dolmuş tiyatro salonunda sergilenen iki perdelik oyundan bana geriye kalan oyunun kendisinden ziyade 87 yaşındaki Dormen'in sahnede sergilediği performanstı.

DEVAMINI OKU

Sanat dünyasının farklı çifti: Gilbert & George

Tıpkı içinde bulunduğu şehir gibi New York'un meşhur sanat müzesi MOMA (Museum of Modern Arts) da sürekli değişen bir müze. Dolayısıyla bir defa gezmek yetmiyor. Ben de hemen her NY seyahatimde yeni sergilere göz atmak için muhakkak uğruyorum. Modern sanat bazen insanı zorlayabiliyor. Geçenlerde yazarlık atölyesinden sevgili arkadaşım Ayşen'in 2015 Tuzlu Su Bienali ile ilgili yaptığı bir yorumda olduğu gibi (...Ve her bir eserin sergilendiği her bir mekanda, bir tapınakta duyulabilecek huzuru duydum. Hiç bir şey anlamasam da bir şeyler hissettim...Tuzlu Su...) söz konusu modern sanat olunca bazen ben de hiçbirşey anlamasam dahi birşeyler hissediyorum. İşte belki de sadece bu unsur beni ve benim gibi birçok kişiyi bu eserlerin peşine düşüp takip ettiriyor. Bu amaçla gittiğim son MOMA ziyaretimde oldukça hoş bir teşhiri gezme fırsatı buldum.

DEVAMINI OKU

New York'tan bu sefer de bir dörtleme: Kahvede Gregory's ve Birch. Kahvaltıda Sarabeth's ve Bagels & Schmear

Hep diyorum ya New York yazmakla bitmez. Klasikleri olduğu kadar yeni açılan mekanları ile sürekli değişen bu şehri takip etmek oldukça zor. Hal böyle olunca yerlisine de turistine de düşen kimi zaman araştırarak ama çoğu zaman tamamıyla şans eseri yeni yerler keşfedip kovalamak oluyor. Bana sorulacak olsa şehrin en büyük zevki de bu keşifler zaten.

DEVAMINI OKU

Yine ufacık bir yer keşfettim. Adı da güzel: "color.full.bakery"

Denemek için not aldığım mekanlar arasında bana en yakın mesafede olanı gitmeyi en geciktirdiklerimden biri oldu. Hep öyle olmaz mı zaten? Erişilmesi kolay olanı hep öteleriz. Evime araba ile abartısız iki dakika uzaklıktaki, Emirgan'ın tepesindeki color.full.bakery'i listeme aldıktan aylar sonra ziyaret ettiğim için kendime oldukça kızdım. Çünkü burası o kadar keyifli bir mekan ki. Son zamanlarda oldukça fazla butik pastane ve fırın açıldı. Benim özellikle burayı listeme almaktaki ilk sebebim mekanın yakınlığından ziyade kedi, köpek dostu olduğunun özellikle belirtilmiş olmasıydı.

DEVAMINI OKU

Şamdan bu sene 40cı yaşını kutlarken, ben de büyük bir hayalimi gerçekleştiriyor olacağım...

Sene 1991... Babamı bu hayattan uğurlayalı iki sene, liseyi bitireli iki seneden biraz az, bir yıl boyunca kaldığım Amerika'dan döneli ise birkaç ay olmuş. Yaşım 19. Alarko'da işe başlamışım. Benzin parasına çalışıyor, aynı anda üniversiteye gidiyorum. İşe girdiğim ilk hafta şirketin Halkla İlişkiler departmanından bir arkadaş bana geliyor ve şu soruyu yöneltiyor: "Mehmet Tuna ile bir akrabalığın var mı?" Benim de soyadım Tuna çünkü. "Yoo, o da kimmiş!" deyip geçiyorum.

DEVAMINI OKU