Zaman hızla akıp gidiyor... Hatta tıpkı Douwe Draaisma'nın "Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer" kitabının başlığında olduğu gibi bana göre de hayat özellikle ikinci yarısından sonra gerçekten çok daha hızlı geçiyor sanki. İşte ben de bu telaşla özellikle son birkaç yıldır bazen zamanı durdurmak, çoğu zaman yaşamak istediklerimi elimden geldiğince ertelememeye çalışarak sonuna kadar yaşamak, fırsatını buldukça da geçmişi içime daha fazla sindirmek çabasında buluyorum kendimi. Tıpkı bugün yaptığım gibi...
Bu akşam değerli oyuncu Genco Erkal'ın sahnelediği, Gogol'un eserinden uyarlanan "Bir Delinin Hatıra Defteri" oyununu seyretmek üzere Kenter Tiyatrosu'na gittim. Yoğun bir Cuma trafiğinden kaçmak üzere bindiğim metro, bir aşağı bir yukarı durmaksızın işleyen yürüyen merdivenler, dışarı çıktığım anda yüzüme çarpan, Aralık ayının tatlı sert rüzgarı ve sağımdan solumdan geçen insan kalabalığı... Kısacası bir kargaşa! Tiyatronun önüne geldiğimizde de uzunca bir bilet kuyruğu vardı. Caddeye kadar sarkmış kuyruğun kenarından sıyrılarak mekandan içeri girdiğimizde kendimi bir anda sanki bir zaman kapsülünün içine konmuşum da yıllar öncesine fırlatılmışım gibi hissettim.

Mekanın kendisi içeriye adım atıldığı andan itibaren sahip olduğu dekorasyon itibarıyla Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşlerin kurucusu oldukları tiyatro topluluğu Kent Oyuncuları'nın buraya taşındığı 1968 yılından kalmış gibiydi. Ama buraya girdiğim andan itibaren bana zamanda yolculuk yapmış hissini veren asıl unsur içeriye sinmiş olan kokuydu. Kokunun her türüne aşırı bir hassasiyetim var. Bir insanı kokusuyla hafızama yerleştirebiliyor, seneler sonra duyduğum aynı koku bana o insanı her özelliğiyle hatırlatabiliyor. Ya da yediğim bir yemeğin sadece kokusunu hayal edip tadını damağımda hissedebiliyorum. Mekanlar da aynen öyle benim için. Onların da kendilerine has kokuları oluyor. Hele bazı mekanlar var ki adeta zamanı durdurmak istercesine var olduklara yıllara ait kokuları sarıp sarmalıyor sonra da hapsediveriyorlar içlerine. Tıpkı Kenter Tiyatrosu'nda olduğu gibi.

Yaşadığı gerçeklerle baş edemeyen bir adamın adım adım deliliğe giden hikayesinin son derece başarılı bir şekilde sergilendiği oyunda salon tamamıyla doluydu. Bir buçuk saat süren bu tek kişilik tiyatro şöleninden sonra içerisi boşalırken ben adımlarımı yavaşlattım. Amacım oradan gerçek hayata atacağım adımı olabildiğince geciktirmekti. Geçerken duvarlara, kapılara dokundum, sanki bir sanat galerisindeymişcesine oyunlarda çekilip asılmış eski fotoğraflara baktım. Ama zamanı yavaşlattığım bu dakikalarda en fazla da geçmişi kokladım. Eski zamanın içeriye sinmiş tozlu kokusunu şöyle bir içime çektim. Uzun uzun, usul usul....

Dışarıya çıktığımda kendi kendime düşündüm: Evet, salonun oturma düzeni kötü ve rahatsızdı. Evet, mekanda fuayeden salona, merdivenlerden tuvalete herşey çok eskiydi. Ama ben bu oyunu Kenter Tiyatrosu dışında başka bir mekanda seyretsem bu kadar etkileyici olur muydu? Bence, kesinlikle hayır!
Şehnaz Tuna
12/19/2015
Etiketler : Kenter Tiyatrosu, Tiyatro
