Bugün 15. !f İstanbul Bağımsız Film Festivali'nin ilk günüydü. İki hafta önce masa başına oturdum ve bu sene festivalde gösterilecek yüzlerce film arasından en çok seyretmek istediklerimi seçtikten sonra bir matematik denklemi çözüyor edasıyla on güne on dört film sığacak şekilde bir çizelge oluşturdum kendime. Açılış gününe denk gelen iki filmin ortak yönleri ve aşkı işleyiş şekilleri beni öylesine etkiledi ki eve gelir gelmez aslında yazmaya hiç niyetim olmamasına rağmen geç saatte bilgisayarımın başına geçiverdim.
Aslında isim (Loev/Akş-Ceset) , senaryo/konu (homoseksüel aşk-nekrofili/ölü sevicilik) ve milliyet (Hindistan-Türkiye) açısından bakıldığında birbiriyle hiç alakası yokmuş gibi gözüken bu iki filmin en büyük iki ortak yönünden biri her ikisinin de yönetmenlerinin ilk uzun metraj eserleri olmaları, ikincisi ise işlemiş oldukları yoğun aşk temasıydı. Henüz festivalin başında olduğumuz için "spoiler" vermemek adına çok fazla detaya girmeden bahsetmek istediğim filmlerden ilki olan Loev (Akş) oldukça sıra dışı bir filmdi. Her ne kadar homoseksüel bir ilişki konu edilse de aslında film boyunca şahit olduğumuz insan arzu ve endişelerinin iki erkek üzerinden yansıtılmasıydı. İki erkeğin tutku ve aşk dolu sahneleri heteroseksüel bir aşktan farksız film edilmişti. Aşkın eşsiz güç ve kutsallığına inandığım için birkaç sahne dışında içimde tarif edemediğim bir hoşlukla seyrettiğim Loev ile ilgili daha sonra öğrendiğim bir husus beni çok üzdü. Filmin ana karakteri Sahil’i canlandıran Dhruv Ganesh geçtiğimiz Ocak ayının sonunda tüberküloz hastalığından dolayı henüz 29 yaşındayken hayatını kaybetmiş. Yaşamla ölümün her an iç içe olma olgusunun benim hayatımda mütemadiyen var olan farkındalığı ve öneminden olsa gerek genç aktörün ölümünü öğrendiğim andan itibaren filme nedense (seyredip çıktığım ana kıyasla) daha da yoğun bir anlam yükledim.

Ve Ceset... Adından da belli olacağı gibi ölüm teması ve hatta karelerde sıkça yer alan ölü görseli bu filmde de mevcuttu. Ama bu sefer gerçek değil senaryo gereği olarak. Burada da aşk teması öyle yoğun film edilmişti ki aslında düpedüz nekrofil olan hastabakıcı İhsan seyircinin gözünde sapıklıktan çıkıp naif, zavallı, merhamet duyduğumuz ve hatta onun için üzüldüğümüz bir karakter haline geldi. Aşkın tanımı gerçekten çok geniş! Kadın erkeğe, erkek kadına, kadın kadına, erkek erkeğe aşık olabiliyor. Hatta bazen bir ölüye bile aşık olabiliyor insan oğlu... Ya da cansız başka bir objeye. Ve aşkın her şekli de insanın aklını başından alıyor. Sonra da çok uzaklara götürüyor...

Her iki filmi izledikten sonra ben aşkla ilgili bir sürü düşünceye kapıldım gittim yine bu akşam.
Aşk’a... Aşk’ın gücüne... Aşk'ın sihrine.... Aşk’ın türlü hallerine...
Şehnaz Tuna
2/19/2016
Etiketler : Ceset, Loev, 15. !f İstanbul Bağımsız Film Festivali
