Hemen hepsi New York'a özel...

Her ülkenin, hatta her şehrin kendine has karakteristik bazı özellikleri vardır. "Kendine has" deyince bu konuda bayrağı elinde tutan, en önde gelen şehirlerden biri bana göre hiç kuşkusuz New York! Yeri geldikçe hakkında yazdığım ve yazmaya devam edeceğim ışıklar şehrinde "Tipik New York!" diyeceğim kadar görmeye alıştığım, ama bazen de gördüğümde bu sefer de şaşkınlıktan "Tipik New York!" dediğim bazı kareleri önümüzdeki dört sene boyunca orada yaşayacak olan kızıma özlemim ve onunla beraber geçirdiğimiz unutulmaz anların hatrı ve keyfiyle paylaşıyorum...

Ultra sosyal sincaplar ve güvercinler:
Dev gökdelenlerle kuşalı şehrin mevcut her yeşil alanını park haline getirmiş New York'lular. Bunlardan en bilinenlerden biri de New York'un ikonlarından biri olan Flatiron Binası ve Madison Caddesi ile sınırları olan Madison Square Park. Günün her saati önünde metrelerce sıra oluşan, meşhur hamburgerci Shake Shack'in de içinde bulunduğu bu park benim de favorilerimden biri. Bu keyifli parkın önde gelen sakinleri sincaplar ve güvercinler ise gerçekten görülmeye değer. Çünkü onlar çok farklılar. Bu farkı görmek için elinize biraz kuruyemiş alarak parkın bir köşesine konuşlanmanız yeterli olacaktır. (Güvenlik görevlilerine yakalanmamak kaydı şartıyla tabii ki. Çünkü aslında bu sevimlileri gelişigüzel beslemek yasak.) Siz banka ya da yere oturduğunuz anda bu ufaklıklar gelip anında sizi buluyorlar. Genel olarak hepsi son derece sosyal olmakla beraber kimisi minicik bir fıstığı kapmak için durumu abartıp kucağınıza, ya da kafanıza kadar tırmanabiliyor. Kızımı okuluna yerleştirmeye gittiğim son seyahatimde, her cins ve boyuttaki hayvanla inanılmaz bir iletişimi olan Deniz'imle parka sıkça gittik ve her seferinde çok ama çok keyifli anlar yaşadık. Bizim onlara olan aşkımız, onların da insan (pardon fındık, fıstık) sevgisi had safhada olunca ortaya da böyle sevimli ve unutamayacağımız görüntüler çıktı :)

 

Reklam mı dediniz ?...
Dev boyutta ekranlar, upuzun binalar, sabaha kadar sönmeyen ışıklar, kulakları sağır eden siren sesleri, en büyük hamburgerler, iki kişinin zor bitireceği boyutta porsiyonlar, neredeyse ufak bir kova boyutunda kahve ve smoothie bardakları... Bu açılardan bakılınca "en"lerin de şehri burası. En büyük, en parlak, en gürültülü ve kuşkusuz en gösterişli... Hal böyle olunca reklamda da rakipsiz bir şehir haline geliyor New York tabii ki. Mesela bir gün çoluk çocuk şehrin göbeğindeki parka gidiyorsunuz. Örtünüzü seriyor, sandviçlerinizi çıkarıyor, kendinizi çimlerin üzerine bırakıyorsunuz. Fakat o da ne! Gökyüzünün bir ucundan diğer ucuna kalemle çizilmiş kadar düzgün bir kontürle yazılmış devasa bir cümle: GEICO SAVE MONEY. "PARANI BİRİKTİR" sloganıyla tam anlamıyla gökyüzüne adını yazmış bir sigorta şirketi "GEICO"nun reklamı.

Ben şahsen daha önce de birkaç kere gökyüzüne yazılmış yazı gördüysem de bu gördüğüm hepsinden çok daha büyük ve netti. Hatta bu özellikleriyle de 'kıyamet günü' ya da 'dünyanın uzaylı yaratıklar tarafından ele geçirilişi' temalı ve genelde hemen hepsi de New York'ta geçen bu tarz filmleri pek fazla seyretmiş olan bende yarattığı hisle biraz tedirgin bile ediciydi. Geico markası benim beynime kazındı bile :)

 

 

Kahvecilerdeki esprili sözler ve kitap/kahve ikilisi...
İddia ediyorum: Ağzına kahve sürmeyen birini New York'a getirin. Bir hafta sonunda kahve tiryakisi olarak geri dönecektir. Başka sanşı yoktur, çünkü kahve burada neredeyse sudan daha fazla tüketilen bir içecek. Hal böyle olunca şehirde adım başı kahveciye (Starbucks'ları saymıyorum bile...) rastlamanız da son derece normal oluyor. Bu dükkanların bir çoğunda da 'Güleyim mi? Ağlayayım mı?' diyeceğiniz tarzda espriler yer alıyor. New York'a gidecek olursanız özellikle butik tarz kahvecilere muhakkak göz atın. Bu espriler sürekli değişiyor çünkü ve bazıları gerçekten çok ama çok komik oluyorlar. 


"Rus bebeklerinin (Matruşka) en kötü yanı nedir?"
"Kendileriyle öyle doludurlar ki! :)

New York, yerlileri için laptop ve kahve, benim için ise kitap ve kahvedir. Burada geçirdiğim en sakin ve huzurlu anlarım beşinci caddedeki Barnes & Noble'ın kafesinde üst üste yığdığım kitaplar arasında kahvemi yudumlayarak kaybolduğum anlardır.

 

Brunch'a çıkarılan papağanlar!!!
En komiğini en sona mı sakladım bilmem ama bu paylaşacağım hakikaten de "Bu kadarı ancak burada olur!" dedirten türden bir deneyim. Beni tanıyan ya da takip edenler mekanlara köpek alıp almama konusundaki hassasiyetimi bilirler. New York şehrinin en sevdiğim özelliklerinden biri köpeklere de insan kadar değer verilmesi. Ülkemizde de bulunan Shake Shack'in buradaki menüsünde "Woof" başlığı altında köpeğiniz için de Pooch'ini ve Bag O'Bones adlı yemekler olduğunu biliyor musunuz?

İlerleyen zamanlarda detaylı olarak bahsedeceğim, kızım ve benim favori mekanlarımız arasından yer alan Sarabeth's, şehrin kahvaltısıyla da meşhur bir restorantı. O Pazar sabahı brunch için gittiğimiz Sarabeth's te gördüğümüz ve hatta dahil olduğumuz sahne benden de fazla hayvansever olan kızımla beni bile şaşırttı. Sahibiyle beraber brunch'a gelmiş iki koca papağan. Evet, yanlış okumadınız. O gün Sarabeth's'te yan masamızda oturan çiftin omuzlarındaki biri yemyeşil diğeri pamuk beyazı iki şahane papağan sahipleriyle beraber brunch'a gelmişlerdi. Bu benim yaptığım bir espri de değil üstelik. Papağanların sahibinin kendisi durumu aynen böyle izah etti: "Onları Pazar kahvaltısına getirdik!"

Bir eşini belki de bir daha hiçbir zaman yaşayamayacağımız bir kahvaltı ettik biz o sabah kızımla... :)

Neredeyse hemen her New York seyahatim sonrasında gribal bir durum geçiriyorum. Bu yazıyı yazmaya başladığım anda da kırıklık vardı üstümde. Şimdi bu son satırları yazarken halen var ama yine de çok iyi hissediyorum kendimi. Çünkü, "Pembe Sakuram" sayesinde yazdıkça bir kere daha ne kadar değerli olduklarını fark ettiğim anılarımı sonsuza dek ölümsüzleştirebildim yine. Ne mutlu bana!!!

 

Şehnaz Tuna
9/15/2015

Etiketler : Manhattan, Amerika, Kahve, Madison Square Park, Deniz, New York

Hemen hepsi New York